İşte otobüsteyim. Pencereden etrafı izliyorum. Artık
hava kararmış yol kenarındaki bütün lambalar yanıyor. Neredeyse şehri çıkmak
üzereyiz. Biraz sonra buraları tamamen terk edeceğiz. Arkadaşım Feride'nin
davetini kıramayıp atladım otobüse ve 12 saat sürecek bir yolculuğun nasıl
biteceğini kara kara düşünüyorum. Belki hiç bilmediğim bir yere gitmenin
verdiği heyecan, belki uzun süredir görmediğim arkadaşımı göreceğim için
duyduğum heyecan bilemiyorum işte içim bir tuaf. Nasıl sabah olacak bilmiyorum.
Galiba sabahın altısında orada olacakmışız. Uyuyabileceğimi zannetmiyorum. İşte
şehri çıkıyoruz. Hostesin bilmem ne karayoluna çıkmak üzereyiz herkese iyi
yolculuklar dileriz sesi otobüsün içinde yankılanıyor. Hava aydınlandığında
gideceğim yere varacağım.
Saatler yarı uykulu yarı uyanık bir halde geçiyor. Yollar bitiyor.
Hostesin Alanya'ya geldik sözüyle yarı uykulu bir halde gözlerimi dışarıya
çevirdiğimde gerçekten çok uzun olan yolculuğun artık yavaş yavaş biteceğini
anladım. Gözlerimi dışarıya çevirdiğimde daha önce hayatımda hiç görmediğim
muhteşem bir manzarayla karşılaştım. Göz alabildiğine gördüğüm tek şey denizdi.
Hava iyice aydınlanmış seherin buğusunu üzerinde taşıyordu. Otobüsün gittiği
yol denizin kenarındaydı. Göz
alabildiğine sahil şeridi. Demek ki insanlar uykuda. Berrak bir havada sabahın
buğusuyla Manavgat’a doğru ilerliyorduk. Çok uzun sürmedi ineceğim yere gelmek.
Sabahın erken saatinde her yer sessizdi. Çok geçmeden arkadaşım Feride karşımdaydı,
birbirimize sarıldık ve eve doğru gitmeye başladık. O yıllardır burada
oturuyordu ve tam beş yıldır görüşemiyorduk.
Farklı bir mekanda yürürken yolculuğun verdiği yorgunluk olmasına rağmen
çok mutluydum. Tek istediğim eve gidince akşama kadar yatıp yolculuğun acısını
çıkarmaktı. Öyle de yaptım zaten.
Akşama kadar uyumuşum. Kalktığımda herkes
balkondaydı. Bütün yorgunluğum geçmişti. Feride kalktığımı görünce
gülümseyerek:
-Buraya gel.
-Tamam geliyorum.
Balkona geldim, sofra hazırlanmış benim kalkmamı bekliyorlardı.
Feride'nin kızı Nur simsiyah boncuk gözleriyle gülümserken bana kıvır kıvır
saçları boynundan dökülerek muhteşem bir görüntü oluşturuyordu. Feride'nin
yengesi de geldiğimi duyunca gelmiş başköşeye oturmuştu. Dobra,yiğit,gözüpek,ne
istediğini bilen hanımağa edasıyla sımsıcak bakışlarıyla gülümseyerek:
-Hoş geldin
-Hoş bulduk.
İçindeki
güzelliği yüzüne akseden iyi yürekli Zeliş tam karışımdaydı. Herkes benim için
bu akşam buradaydı. Çok güzeldi. Demek ki gurbette bir tanıdık geldiğinde evde
bayram havası esiyor. Hepsiyle sarıldık. Yemeğimizi yedikten sonra hoş
sohbetler eşliğinde çayımızı yudumlarken hasret giderdik. Yazın kavurucu
havasına rağmen ev çok serindi. Herkes iyi ki geldin diyordu. Ben de bu kadar
sıcak karşılanacağımı doğrusu hiç düşünmemiştim. Gezeceğimiz yerleri planlamaya
başlamıştık bile. İlk önce Side'ye gidilecek sonra Manavgat Şelalesinde yemek
yenecekti. Sonrası ne olur bilmiyorum. Artık sabırsızlıkla sabahın olmasını
bekliyordum.
Herkes gittikten sonra Feride'yle oturduk konuştuk
konuştuk neredeyse sabah olacaktı,biraz uyuyalım diye yattık.
Penceremden güneş ışıkları sızıyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyorum ama
Feride'nin kızı Nur'un sesi geliyordu. Demek ki herkes ayaktaydı. Heyecanla yataktan
fırladım. Bugünkü ilk yapacağımız şey Side’ye gitmekti. Feride ve Zeliş
ellerinde birer piknik sepetiyle beni bekliyordu. Şaşkın bakışlarımın arasında
gülümseyerek : -Side’ye değil Manavgat Şelalesinde kahvaltı yapmaya gidiyoruz
dediler. Benim elime de bir piknik sepeti tutuşturdular.
Seherin buğusunda kısa bir yürüyüşten sonra işte
Manavgat Şelalesi tam karşımdaydı. Tek kelimeyle muhteşem! Yüksekliği çok fazla
olmamasına rağmen şelalenin suyu o kadar fazla ki dökülüşü ruhunuza cennetten
bir esinti yaşatıyor. Etrafımız kıpır kıpır kum gibi insan kaynıyor. Bazıları
şelalenin üzerinde derin olmayan yerinde yürüyorlar, bazıları oturuyor, bazıları
şelalenin dökülen yerine sıçrayarak yüzüyor. Her yerde Almanca sözcükler
dolaşıyor. Türkçe konuşanlar o kadar az ki.....
Feride:- Buraya çoğunlıkla Alman turistler geliyor.
Kendimi Türkiye'nin dışında başka bir memlekete
gelmiş gibi hissettim.
Tam suyun döküldüğü yerin karşısında kendimize bir
masa ayarlayıp Manavgat Şelalesinin muhteşem görüntüsü eşliğinde tadına
doyulmaz bir kahvaltı yaptık.
Arkadaşım Feride:
- Manavgat'a inelim Gezinti Teknesiyle kanaldan
tekrar gelelim.
- Tamam
Şelaleden
kalktık, Manavgat’a Tur Teknelerinin olduğu yere geldik. Yolcuları indirip
bindiren biri yolcu toplamak için bağırıp çağırıyordu elinde paraları
sallayarak . Fiyat çok yüksekti. Arkadaşım tek kişilik bir ücret ödedi,üçümüz
de bindik. Çok şaşırdım nasıl tek
kişilik fiyata üçümüzün de bindiğine. Arkadaşım yüzümdeki şaşkınlığı anlamış
olmalı ki: -Fiyatlar tutturabildiklerine dedi. Bir sürü insan biniyordu.
Bir süre
sonra hereket ettik. Bir kişi ortada konuşmalar yapıyordu. Ne dediğinin tek
kelimesini anlamadım. Galiba Teknedeki tek Türk bizdik. Diğerleri kılık
kıyafetiyle bile farklı olduklarını hissettiriyordu. Sanki Türkiye'nin bir
şehrinde değil de yabancı bir ülkedeydik. En komiği de rehber konuşmasını
bitirince arkadaşımın ona dönerek: - Konuşmalarınızın bir de Türkçe'sini alabilir
miyiz ? demesiydi. Kendi ülkemizde bir de Türkçe açıklama yaptırmak zorunda
kalmıştık. Tur Teknesiyle nerelere gidileceğini anlatmış. Önce küçük şelaleye
oradan da büyük şelaleye gidip dönecekmişiz.
Küçük şelaleye geldiğimizde yarım saat mola verildi.
Burası pek güzel değil. Yapay bir şelale oluşturulmuş. Dinlenme yeri gibi bir
yer. Küçük bir havuzda balıkların yüzmesini izledik. Oturduk, etrafımıza
bakındık ve biraz sıkıldık. Sonra büyük şelaleye doğru yol almaya başladık.
Kanalda ilerledikçe atraftaki güzellikler ruhumuzu okşuyor, hafif hafif esen
rüzgar içimizi serinletiyordu. Daha az önce zaten şelaleden ayrılmıştık ama
kanal boyu tur çok güzeldi. Bir süre sonra nihayet Manavgat Şelalesi
ihtişamıyla karşımızdaydı. Sanki az önce burada kahvaltı yapanlar biz
değildik,sanki ilk defa büyüsüyle bizi karşılıyor gibiydi. Tekne suyun
döküldüğü yere yaklaştıkça suyun melodisi kulaklarımızda uçuşuyor, içimizi
sarmalıyordu. Yakından, daha yakından bakmak insanın içini ürpertse de bambaşka
hayallere daldırabiliyordu. Tekne kıyıya yanaşarak durdu. Dinlenmek ve gezinmek
için ikinci molasını vermişti. Manavgat Şelalesinin döküldüğü yerin üst
kısmında çok derin olmayan yerlerde ayakkabılarımızla yürüdük. Sulara tekmeler
atarak birbirimize sıçrayan damlacıklar arasında çocuklar gibi eğlendikten
sonra kıpır kıpır insan selinin arasından geçerek kahvaltı yaptığımız masaya
oturduk. Verilen mola bitmek üzereydi. Tekrar kanalı mı fethedecektik yoksa çok
yakınında olduğumuz eve mi yürüyecektik....
Feride gözleriyle Tekneye doğru ilerlemeyi işaret
ederken Zeliş gülümsüyordu. Hemen yerimden fırladım ve koşarak tekneye atladım.
Güle güle der gibi el sallamaya başladım. Zeliş eve dönmek istese de Feride’nin
de yanıma gelmesiyle bıkkın bir halde Tekneye adımını attı. Tekne hareket
etmeye başladığında hala insek mi? der
gibiydi gözleri. Ferde’yle kollarından tutarak Teknenin burnuna doğru
sürükledik. Ayaklarımızı uzatarak oturduğumuzda artık üçümüzün de kahkahası
kanalın sularını yarıyordu. Kol kola girerek karga sesimizle başladık türküler
söylemeye. Nasıl olsa rehberimiz dışında kimsenin bizi anlamayacağını
biliyorduk.Zaten herkes kendi alemine dalmış gibiydi. Adeta dünyanın en ünlü
kanalında seyrengahtaydık. Biraz ilerleyince oturduğumuz yere yatark gökyüzünün
maviliğinde kanalın etrafındaki yeşilin dansını izledikten sonra gözlerimizi
kapatıp etrafın dinginliğini içimize çektik. Seslerin çoğalmaya başlamasıyla
iniş güzergahına yaklaşmıştık artık. Zorla da olsa yattığımız yerden
kalktığımızda rehberimizin anlamadığımız konuşması galiba gezimizin bittiğini
haber veriyordu. Tekneden inerken Zeliş’in “ Tekrar Şelaleye gidelim mi?”
sorusu gözlerimizin olanca gücüyle açılmasını sağladı. Şaşkın bakışlarımıza
dayanamayan Zeliş sırıtıyordu tabiiki.
Neredeyse güneş bütün ışınlarını toplayarak
başlamıştı yeryüzünden çekilmeye. Eve dönüşün sinyaliydi bu aslında. Dolmuşu
beklemeye başladığımızda bir ses :
- Kızlaaaaar!....
Sesin geldiği yöne baktığımızda Feride’nin
yengesinin arabadan gülümseyerek el sallayışı bize “arabaya gelin” diyordu.
Dolmuşla gitmek zorunda kalmadığımız için hepimizin yüzünde güller açarak
arabaya bindik.
-Bu piknik sepetleriyle Side de ne yaptınız?
-Hiç
-Her yerini gezebildiniz mi?
Hep birden:- Gezdik
Bana bakarak: -Bak buraya bir gelen yedi yıl gelir
ona göre.
-İnşallah
Böyle Side’yle ilgili sorular uzayıp gidince Feride
kendini tutamayarak kahkahayı bastı.
Ayşe Yenge çalışmaktan zaten yorgun düşmüştü:
-Kızlar daha fazla yormayın beni arabadan atarım
aşağıya.....
Bir süre sesizce ilerledik. Eve geldiğimizde Nur
bize saraylara layık bir sofra hazırlamıştı. Boncuk gözleriyle “şelale nasıldı”
dediğinde Hanımağa Ayşe yengemiz kızgın bir ifadeyle “bensiz mi gittiniz
kahvaltıya” diye biraz hayıflansa da biz yapmıştık yapacağımızı. Üçümüz de
suçumuzu bastırmak ister gibi boynuna sarıldık. Haşin ama insanın içini
yumuşatan bakışlarıyla izin gününde bizi gezdireceğini söylediğinde havalara
uçtuk.
Bugün içimizden geldiği gibi çocukluğumuzdaki
samimiyeti, heyecanı yıllar sonra aynı
coşkuyla yaşayabilmiştik. Hep beraber sofraya otururken içim öyle dingin,öyle huzurlu
ki anlatamam.