İç Kaleyi
gezdikten sonra çok zor olsa da yürüyerek surların bittiği yerdeki Kızılkule’ye
inmek istiyoruz.
İlk defa
geldiğimiz bir yerde , yolun ne kadar süreceğini bilmeden bir çılgınlıkla adımlarımızı
atarken meraklı bakışlarla şaşkın şaşkın yolumuzu bulmaya çalışarak ilerlemeye
başladık.
Kol kola girdik
bir de şarkı mırıldandık denize karşı...Yol boyunca küçük yiyecek-içecek
yerleri selamladı bizi. Birinden gelen mis kokulara aldanıp şirin bir alanda
burçların önünde gözleme yiyerek çayımızı yudumladık. Sonra yavaş yavaş
yürürken dış kalenin ihtişamlı kapısına geldik. Yıllar kapıyı yola çevirse de
hala kapının kenarındaki muhteşem kemer “ben kale kapısıyım” diye haykırıyordu.
Yaklaşık 40 dakika sonra Kızılkuleye yaklaştığımızı görünce bir patikadan aşağı
inerek yolu kısaltmaya çalışırken patika çok dik olduğu için yürümekte biraz
zorlansak ta bir ipekböceği müzesinin önünde bulduk kendimizi İpek kozalarının
sanat eserine dönüştüğünü simgeleyen çiçekler muhteşemdi.Müzenin çıkışında eski
bir Alanya evinin önünde gülümseyen teyzelerin kahve ikram etmeye çalışması
Anadolu insanımızın sıcaklığını bir kez daha hatırlattı. Yaklaşık bir saatlik
yürüyüşün ardından artık Kızılkulenin tam dibindeydik.
Üzerindeki
kitabeye göre 1226 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından
yaptırılmış. Alt kısmı kireç taşından, üst kısmı pişmiş kırmızı tuğladan
yapılmış ve adını bu tuğlalardan almış(Harcında yumurta akı kullanılmış. Bir
Rivayete göre dışına da yumurta sarısı sürüldüğü için kırmızı). Sekizgen planlı
ve her kenar 12.5 metre genişliğindeymiş. Limanı ve tersaneyi korumak için
yapıldığından uzun süre askeri amaçlı kullanılmış. 1950’li yıllarda onarılarak
1979 yılında ziyarete açılmış.
Kuleye dikilen
gözlerime ayaklarım biraz dinlensek diye haykırınca dalgaların sesleri arasında
biraz oturduktan sonra kulenin minicik kapısından eğilerek geçip dar bir
koridordan sonra zemin katta Etnoğrafya Müzesiyle karşılaştık. Yüksek basamaklı
taş merdivenlerdeydik artık. Biraz dar ve kasvetli merdivenleri bir bir
arkamızda bırakarak birinci kata çıktık. Tam ortada sarnıç vardı. Etrafa göz
attığımda Rabia’nın bir kapıdan dışarı çıktığını görünce çok şaşırdım.
Koşturarak kapıya geldiğimde surlara çıkmış el sallıyordu bizimki bu kapıyı ben
buldum der gibi!.
Surlar üzerinde bir seyir alanı. Eskiden bu kapıdan surların
arasından İç Kaledeki Sultan Sarayına kadar güvenle gidiliyormuş. Gözlerimi
kulenin en üstüne dikerek bir an önce oraya çıkmak için can atıyordum. Biraz
etrafı izleyip yeniden kuledeki taş merdivenlerle buluştuk ve nihayet açık
kattaydık.
Önce her yana koşturup kollarımı açıp gökyüzüne doğru bir çığlık
attım. Geçmiş , bugün, gelecek hepsi burada birleşmişti artık.
Asırlardır
insanlara su yollayan sarnıcın kapağından baktıktan sonra bir çırpıda
merdivenleri çıkarak asma kata ulaştım. Peçeli delikten bakarken üzerine kızgın
yağ dökülen bir düşmanın çığlıkları
yankılandı.
Sonunda terastaydık. Yok böyle bir şey...... Muhteşem bir
manzara!Nefesinizi tutup burçlardan kuş bakışı izleyin... Merhaba deniz feneri! Merhaba yürüyüş yolu! Merhaba boşlukta yüzen ALANYA! Merhaba görünmez kahramanlar!....
Biraz dinlenmek için
Rabiş oturdu bir burcun yanına. Tabiiki yerinde duramayan ben başladım
koşturmaya. Her burcun önünden geçerek doya doya etrafı izledim. Başım göklere
ermiş gibiydi. Hala bu manzarayı görmediyseniz mutlaka bir gün gelip
izlemelisiniz.
Biz zorlanarak çıktığımız taş merdivenlerden aşağı inerken her
basamakta adeta yüzyılları bırakarak küçük kapıdan dışarı çıktık. Birbirimize
bakıp karşımızda duran teknelere seslendik!....
GEZİNTİ TEKNESİ
bekle bizi!




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder