3 Ekim 2016 Pazartesi

KIZILKULE


           İç Kaleyi gezdikten sonra çok zor olsa da yürüyerek surların bittiği yerdeki Kızılkule’ye inmek istiyoruz.
       İlk defa geldiğimiz bir yerde , yolun ne kadar süreceğini bilmeden bir çılgınlıkla adımlarımızı atarken meraklı bakışlarla şaşkın şaşkın yolumuzu bulmaya çalışarak ilerlemeye başladık.
         Kol kola girdik bir de şarkı mırıldandık denize karşı...Yol boyunca küçük yiyecek-içecek yerleri selamladı bizi. Birinden gelen mis kokulara aldanıp şirin bir alanda burçların önünde gözleme yiyerek çayımızı yudumladık. Sonra yavaş yavaş yürürken dış kalenin ihtişamlı kapısına geldik. Yıllar kapıyı yola çevirse de hala kapının kenarındaki muhteşem kemer “ben kale kapısıyım” diye haykırıyordu. Yaklaşık 40 dakika sonra Kızılkuleye yaklaştığımızı görünce bir patikadan aşağı inerek yolu kısaltmaya çalışırken patika çok dik olduğu için yürümekte biraz zorlansak ta bir ipekböceği müzesinin önünde bulduk kendimizi İpek kozalarının sanat eserine dönüştüğünü simgeleyen çiçekler muhteşemdi.Müzenin çıkışında eski bir Alanya evinin önünde gülümseyen teyzelerin kahve ikram etmeye çalışması Anadolu insanımızın sıcaklığını bir kez daha hatırlattı. Yaklaşık bir saatlik yürüyüşün ardından artık Kızılkulenin tam dibindeydik.
     Üzerindeki kitabeye göre 1226 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış. Alt kısmı kireç taşından, üst kısmı pişmiş kırmızı tuğladan yapılmış ve adını bu tuğlalardan almış(Harcında yumurta akı kullanılmış. Bir Rivayete göre dışına da yumurta sarısı sürüldüğü için kırmızı). Sekizgen planlı ve her kenar 12.5 metre genişliğindeymiş. Limanı ve tersaneyi korumak için yapıldığından uzun süre askeri amaçlı kullanılmış. 1950’li yıllarda onarılarak 1979 yılında ziyarete açılmış.
       Kuleye dikilen gözlerime ayaklarım biraz dinlensek diye haykırınca dalgaların sesleri arasında biraz oturduktan sonra kulenin minicik kapısından eğilerek geçip dar bir koridordan sonra zemin katta Etnoğrafya Müzesiyle karşılaştık. Yüksek basamaklı taş merdivenlerdeydik artık. Biraz dar ve kasvetli merdivenleri bir bir arkamızda bırakarak birinci kata çıktık. Tam ortada sarnıç vardı. Etrafa göz attığımda Rabia’nın bir kapıdan dışarı çıktığını görünce çok şaşırdım. Koşturarak kapıya geldiğimde surlara çıkmış el sallıyordu bizimki bu kapıyı ben buldum der gibi!.
      Surlar üzerinde bir seyir alanı. Eskiden bu kapıdan surların arasından İç Kaledeki Sultan Sarayına kadar güvenle gidiliyormuş. Gözlerimi kulenin en üstüne dikerek bir an önce oraya çıkmak için can atıyordum. Biraz etrafı izleyip yeniden kuledeki taş merdivenlerle buluştuk ve nihayet açık kattaydık.

      Önce her yana koşturup kollarımı açıp gökyüzüne doğru bir çığlık attım. Geçmiş , bugün, gelecek hepsi burada birleşmişti artık. 

    Asırlardır insanlara su yollayan sarnıcın kapağından baktıktan sonra bir çırpıda merdivenleri çıkarak asma kata ulaştım. Peçeli delikten bakarken üzerine kızgın yağ  dökülen bir düşmanın çığlıkları yankılandı.

      Sonunda terastaydık. Yok böyle bir şey...... Muhteşem bir manzara!Nefesinizi tutup burçlardan kuş bakışı izleyin... Merhaba deniz feneri! Merhaba yürüyüş yolu! Merhaba boşlukta yüzen ALANYA! Merhaba görünmez kahramanlar!....
      Biraz dinlenmek için Rabiş oturdu bir burcun yanına. Tabiiki yerinde duramayan ben başladım koşturmaya. Her burcun önünden geçerek doya doya etrafı izledim. Başım göklere ermiş gibiydi. Hala bu manzarayı görmediyseniz mutlaka bir gün gelip izlemelisiniz. 
    Biz zorlanarak çıktığımız taş merdivenlerden aşağı inerken her basamakta adeta yüzyılları bırakarak küçük kapıdan dışarı çıktık. Birbirimize bakıp karşımızda duran teknelere seslendik!....


GEZİNTİ TEKNESİ bekle bizi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder