29 Temmuz 2016 Cuma

ÇERALAN KÖYÜNÜN PINARLARI



Torosların eteklerinde kayaların arasından gürüldeyerek akan buz gibi sularını içmek isteyenlere sunan pınarlarımızdan su içmeyi özleyenler için....


BAL PINARI(1)



KÖSE DEDE PINARI




AĞ PINAR
(Bekir Dedenin söylediğine göre
 Eb-i Zemzem sayılıyormuş.)



KARA KIZ PINARI



BAL PINARI(2)


SÖZÜMÜZ VAR

Aynı dili konuşanlar değil; aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.       MEVLANA

16 Temmuz 2016 Cumartesi

İNSANLIK ÖLMEZ

Başında yüzyılların onurunu taşıyan,
Medeniyetimizin evlatları!...
Gerektiğinde özünde, sözünde birleşerek;
Yırtar karanlıkları!...









12 Temmuz 2016 Salı

MİRAT-I GÖNÜL




“Gönül çalabın tahtı
  Çalab gönüle baktı
   İki cihan bedbahtı
  Kim gönül yıkar ise” der Yunus EMRE. Hayatta gönülleri yıkmadan yaşama sanatını öğrenmek gönlün ulaşabileceği zirvedir. Bu zirve yeryüzüyle gökyüzünü birleştirip rahmet olarak avuçlarımıza dökülebilir.


          Bir bakış, bir gülüş, bir dokunuş insanın gönlünün yansımasıdır aslında. Bazen denizlerden derin, bazen yıldızlardan yüce, bazen tüy kadar hafif, bazen kurşun gibi ağır, bazen ırmaklar gibi coşkun, bazen de göller gibi durgunuz. İçimizde barınan duyguları bir ayna gibi yansıtırız. 
        Ben de yaşama sanatına gönlümden bir ayna tutmak istedim. Şimdilik ÖYKÜ SEPETİ, DENEME KIRINTILARI, GEZ DÜNYAYI, ŞİİR AŞKINA, SÖZ OLA,  YÖRESEL yüklerimi söz kervanıma yükledim. Katılmak isteyene gönlüm sonuna kadar açık!...Yollarda buluşmak dileğiyle!.....

ASPENDOS



        Aspendos!...Sen ne büyüleyici, ne göz alıcısın bir bilsen!...

Aspendos Antik kentinde  M.S 2. Yüzyılda yapılan Aspendos amfi tiyatrosu dünyada Roma Döneminden günümüze sağlam bir şekilde gelebilen en önemli tiyatrodur. Dış cephede Selçukluların onarım izleri dikkat çeker.  Bu tiyatronun kapısından içeri girdiğimde Roma asker kıyafetiyle ziyaretçileri karşılayan görevli o dönemi canlandırır gibiydi. Artık zaman durmuş dış dünya ile bağlantı kesilmişti. Sahneye gelip etrafımda dönerek kollarımı açtım ve muhteşem görüntüye hayran kaldım. Her yanım asırları sırtlamış taş merdivenlerle doluydu. Bir çılgınlık yapmalıyım diye düşündüm ve sanatçıların sahneye çıkışlarını sağlayan 5 kapının en büyüğü olan ortadaki kapıya merdivenleri ikişerli çıkarak ulaştım. İşte sahne ve bütün tiyatro karşımdaydı. Etrafta gezinen insanlara aldırmadan avazım çıktığı kadar sesimi asırlar öncesine duyurmak ister gibi bağırdım. “Sesimi duyan var mı?”Sahne benimdi nasıl olsa!....
     Sonra kardeşimle tiyatronun taş merdivenlerini baştan başa dolaştık. Üst kısmında kemerli galerinin önünde merdivenlere oturarak biraz dinlendik. Elinde fotoğraf makinesi, başını sütuna yaslayıp gözlerini kapatan bir bayanın iç çekişi çok ilginçti. Tiyatroda sahnenin ortasındaki konuşmalar her yerden duyulabilecek şekilde ayarlanmış inanılmaz bir akustik vardı. Biraz dinlendikten sonra merdivenleri seke seke indik. Tiyatronun kapısından dışarı adım attığımızda zaman yeniden önümüzde akmaya başladı. Bir gün yolunuz düşerse mutlaka görmelisiniz!....

YÖRESEL SÖZCÜKLER

1. Acar:Yeni
2. Alemençik: Bir kuş türü
3. Ağıl:Etrafı çalılarla ya da çitlerle çevrilmiş bahçe olarak kullanılan ya da hayvanların koyulduğu alan.
4. Ağdik:Karda kullanmak için parmak kalınlığındaki yaş ağaç çubukları yuvarlak bir biçimde  eğilerek üzerinden öküz derisi geçirilerek yapılan kar ayakkabısı
5. Ark: Sulama kanalı
6. Aba: Kıldan ya da yünden yapılan soğuk havalarda çobanların üşümemek için kullandığı bir tür kıyafet.
7. Ahır: Hayvanlara yem vermeye yarayan içi uzun ve içi çukur tahta.Hayvanların barınma yeri.
8. Aleyçik: Kenarları çiğ denilen birbirine geçirilmiş tahtaların yuvarlak bir biçimde dizilmesiyle oluşturulan üstüne kıl çul atılan çadır.

9.   Bıldır:Geçen sene
10.  Bağ: Üzüm bahçelerinin bulunduğu yer.
11.   Bostan: Salatalık
12. Boyunduruk:Çift sürerken öküzlerin boyunlarına geçirmek için kullanılan tahtadan yapılan alet.
13.    Beleş:Bedava
14. Bastık: Pekmez ve nişasta pişirilerek yapılan karışımın bir örtü üstüne serilerek kurutulması
15.    Bandık:Yere yatarak aşırı derecede sararmış,kullanılamayacak kadar kötü olan buğday sapları.
16.    Bulamaç: Pekmez ya da şeker kullanılarak nişasta veya unla yapılan yemek. Un ve suyla da yapılır.
17.    Bezdirme: Yuvarlak biraz kalın mayalı ekmek.
18.    Bibi: Hala
19.    Bardak: Çam ağacının içi oyularak bardak haline getirilmesi.

20.    Cücük: Kuşların yavrusu.
21.    Cıbbal: Bir tür iri kuş
22.    Cırrık: İri bir kuş türü
23.    Cıdır: Uzun ince çubuk şeklindeki kuru ağaç dalları.

24.    Çıkrık: En az iki ipi birleştirmeye yarayan alet.
25.    Çebiç: Bir yaşındaki keçi
26.    Çüşdede: İlkbaharda biten toprağın içinde olan yenilen bir bitki
27.    Çadır: Kıl çullar örtülerek yapılan barınak.
28.    Çinik: Bir ölçü aleti
29.    Çitil: Çok büyük olmayan,kapaklı ,kulplu metal kap.  Küçük fidan.
30.    Çultar: Üzerine oturmaya yarayan kıldan yapılmış çul ya da çuval eskisi
31.    Çiğ: İnce yassı ve uzun tahtaların ipler yardımıyla birbirine tutturulması.
32.    Çil gursak: Baharda biten ilaç yapımında kullanılan bir mantar türü.
33. Çam: İğne yapraklı bir ağaç türü. Odunları tutşturmak için kullanılan yağlı çam parçaları(çıra)
34.    Çelli: Uzun ince sopayla kısa sopaya vurularak oynanan çocuk oyunu.
35.    Çankaz: Eğri büğrü.

36.    Dolaz: Pekmez ve yufka ekmekle yapılan yiyecek.
37.    Don:Pijama
38.    Darı:Mısır
39.    Dirgen:Ucu iki ya da üç parmaklı uzun saplı ağaçtan yapılan ekinleri ve otları kaldırmaya yarayan alet
40. Düven: Birkaç tahta birleştirilerek ucu hafif havaya kaldırılarak altına çakmak taşı döşenerek yapılan ekinleri parçalamak için kullanılan alet.
41.    Dırtmık:Bir çok parmakçıklardan oluşan yerlerden ekin ,ot,taş toplamaya yarayan alet.
42.    Dizleme: Yünden yapılan dize kadar çıkan kalın çorap
43.    Döşlük: Bebeklerin bir şeyler yerken önlerine takılan bez.

44.    Enik: Kedi köpek yavrusu
45.    Elcek:Eldiven
46.    Ellik: Parmakların ucuna geçirilen ekin biçerken kullanılan tahta parmaklıklar
47.    Evez:Sivri sinek.
48.    Evriyaç: Ekmek pişirmek için kullanılan ince yassı tahta.

49.    Firik:Olgunlaşmamış başak
50.    Firez:Ekinler biçildikten sonra toprak üzerinde kalan bölümü


51. Gofa: Çam ağacının kesilerek ince ince kıyıldıktan sonra örülerek üzüm vb. şeylerin taşınmasına yarayan dört köşeli sepet.
52.    Göcek:Ekinlerin yeni yeryüzüne çıkarak yeşermeye başladığı hal.
53.    Guzluk: Keçi ,koyun ,inek gibi hayvanların yavrularını koymak için yapılan özel bölüm.
54.    Gölgelenmek:Dinlenmek
55.    Gadıbaşı: Uzun bir sap üzerinde dikenler içinde mor renkli çiçek açan bir bitki
56.    Göğ: Mavi
57.    Guzlamak: Keçilerin ve koyunların yavrulaması
58.    Gölle: Buğdayın suda pişirilmesi ya da mısırın tanelerinin haşlanması.
59.    Geçemek: Yeraltında ince uzun gövdesi olan soyularak yenen iri yapraklı bir bitki
60.    Garabal: İri yapraklı tirşik denilen bitki.
61.    Goftarmak: Yemeği tabaklara bölerek soğumaya bırakmak.
62.    Gözer: İri gözenekli buğday elemeye yarayan elek.
63.    Ganat: Yaprak
64.    Gaygana: Yumurtalar kırılarak tereyağında pişirilmesi.
65.   Gazzak aşı: Un ve suyun pişirilerek bulamaç haline getirilip tereyağlı pekmez üzerine dökülerek yenen bir yemek.
66.    Govgaz: İçi çürük ya da olmayan  ceviz.
67.    Gangıt: İçi olmayan ceviz.
68.    Gav: Çok hafif

69.    Heybe:İki tarafı geriye kıvrılarak dikilmiş bir şeyler koymaya yarayan ortası omuza yada at sırtına atılacak kadar uzun özel dokumadan yapılmış
70.    Hezen:Evlerin yapımında tavanda yatay olarak kullanılan çok kalın tahta.
71.    Hakına:İki yaşındaki dişi keçi
72.    Hayma: Ağaçların başına ,yada yere otların yığılması
73.    Hela: Tüvalet
74.    Hüllüngeç: Salıncak.
75.    Halbır: Küçük gözenekli elek
76.    Hedik: Buğdayın pişirilmesi
77.    Hanay: kara kovanların arılarının koyulduğu üstü çardaklı bina.
78.    Honça: Keçi ya da koyunların yavrulayışını görene verilen bahşiş.
79.    Hotaz:  Saçların karmakarışık halde olması.
80.    Hazınlık: Her türlü yiyeceklerin saklandığı bölüm.
81.    Horazlak: Çam ,katran ,Kalamak gibi ağaçları kozalağı.
82.    Harın: İş yapmaktan kaçınmak.
83.    Hüğ: Bağların içine bağ çubuklarıyla yapılan özel çardak.

84.    İlağnçe: Ortası çukur kenarları yayvan ve geniş ,çukur olan yarım daire şeklinde bir kap konan abdest almak için kullanılan kap.
85.    İğ: Yün eğirmeye yarayan bir okun ucuna yuvarlak bir tahta geçirilerek yapılan alet.
86.    İngiliz: İlmeçer
87.    İnne: İğne
88.    İtağ: Ekmek yapılırken ortaya serilen bez.
89.    İbik: Kuş,tavuk vb. hayvanların gagası.

90.    Kadak:Küçük çivi
91.    Kinetir. Gözerden daha iri gözenekli buğday elemeye yarayan elek.
92.    Kızzak:Karda kaymak için yapılan özel bir oturak
93.    Kazzak:Kalın kollu yün kazak
94.    Kürü:Atın yavrusu
95.    Keypenek: Yünden yapılan başlık
96.    Kirmen: Kıl ya da yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılan iki kanat ve bir oktan oluşan süslü bir alet.
97.    Kestirme: Çok büyük kazan.
98.    Küpeli: Kestirmeden biraz küçük kazan.
99.    Kepez: Kuş,tavuk vb. hayvanların başının üzerindeki kırmızı et parçası.
100. Kösüre: Bıçakları ya da kesici metal aletleri daha keskin hale getiren taş.
101. Kolan:Yaklaşık on santim kalınlığında uzun dokuma.
102. Keş: Suyu süzülmüş yoğurdun yoğrularak küçük toplar haline getirilip kurutulması
103. Küsper: Peynir suyu kaynatılarak elde edilen yiyecek.
104. Kolan: Yaklaşık on santim kalınlığında uzun dokuma.
105. Lenger: Yayvan geniş tabak.

106. Mere: Çocuk oyunlarında kullanılan özel işaret
107. Mık: Büyük çivi
108. Mertek: Ardıç ağacının küçük parçalar haline getirilmesi.
109. Muhkem:Sağlam
110. Menter: Mantar

111. Nur: Peynir suyuna yoğurt karıştırılarak kaynatılıp sonra süzülerek elde edilen yiyecek.

112. Okla: Ekmek açmak için yapılan ince uzun tahta.
113. Okuntu: Düğüne davet etmek için gönderilen eşya.
114. Ocak: Ateş yakılan yer.

115. Özne: Damat
116. Örme: Kıl ipler birleştirilerek örülen kalın ip.

117. Pelit: Meşe palamudu.
118. Pibiç:Terlik
119. Pırnat: Ekinin orakla elin alacağı kadar biçilmesi.
120. Piz: Ucu sivri kalın demir parçası. Isıtılarak delik açmaya yarar.
121. Pinnik: Karanlık
122. Pines:Tavukların yaşadığı yer
123. Püsü:Kedi
124. Pakla: Fasulye
125. Potça: Yaprakları tüylü sütünden ve kökündeki kahve renkli yerden sakız yapılan bir bitki
126. Peşkir: Havlu
127. Post: Koyun ya da keçi derinden yapılan tüylü deri.
128. Pısmak: Saklanmak
129. Pısırık: Utangaç,bir şey yapamayan
130. Pola: Tavukların yuvasında bırakılan tek yumurta.
131. Pakır: Metal helke
132. Palan: At ve eşeklerin semerlerini tutması için karnının altından geçirilen yassı dukuma.
133. Pabuç: Terlik
134. Sağdıç: Düğünde gelinin ve damadın yardımcıları
135. Sağmen: Erkek evinden kız evine giden düğün alayı
136. Sırtaln:Dağların bayır kısmı
137. Sığır kuyruğu: Sarı çiçekli ,süpürge yapımında kullanılan bir bitki
138. Sülük: Salyangoz
139. Seyis: İki yaşındaki erkek keçi
140. Sıpa:Eşek yavrusu
141. Sündürüm: İnce ,uzun yuvarlak tahta.
142. Sele:Söğüt ağaçlarının ince çubuklarından örülen saplı kap.
143. Sufa: Evlerin dış kapıdan girildikten sonraki ara bölümü.
144. Süzek: Süzgeç.
145. Sığırlık: Evde büyükbaş hayvanların yaşadığı bölüm.
146. Senmek:Solmak
147. Sıpa: Eşek yavrusu
148. Sakırga: Hayvanlarda olan  küçük böcek.
149. Sirke: Henüz bit olmamış minik ve beyaz olan bit yumurtası.

150. Şişek: Bir yaşındaki koyun
151. Şaplak: Tokat
152. Şapşak: Boynu eğri sert kabağın içinin çekirdekleri çıkarılarak yapılan sıvıları almaya yarayan kuyruklu kap.

153. Toklu: Erkek koyun
154. Tünek: Tavukların geceleyin durmak  için çıktıkları tahta.
155. Tahra: Ucu eğri,arkasında da küçük çıkıntı halinde kesici ucu bulunan alet.
156. Tımarlamak: Saklamak
157. Tay: At yavrusu
158. Topalan:İlkbaharda biten küçük yuvarlak şeklinde olan yenilen bir bitki. Özel hamurdan yapılan yuvarlaklar.
159. Toy: Çok küçük,genç
160. Tolunga: Yuvarlak biraz kalın sopa.
161. Tekne: Uzun ve kalın bir çamın yassı bir biçimde içi oyularak su vb. koymak için yapılması.

162. Urup: Çiniğin dörtte bir ölçüsü
163. Ufra:Yufka ekmek açılırken ekmekten dökülerek biriken biraz iri un

164. Yartma:Kıl eğrilerek dokunun ipe üç halka takılarak özel bir biçimde yere serilerek içine ot yada ekin özel bir dizaynla konularak yapılan yığın
165. Yiğin: Ekinlerin getirilerek bir yere toplanması
166. Yular:Atların ya da eşeklerin başlıklarına taklan ip
167. Yaba:Ucu en az beş parmaklı uzun saplı tahtadan yapılan samanları kaldırmaya yarayan alet
168. Yapağ: Keçilerin kıllarının arasında biriken pamuksu tüyler.
169. Yonga: Ağaçlar kesilirken çıkan ince ve yassı küçük parçaçıklar.
170. Yannık: Bütün halinde yüzülen keçi veya koyun derisinin tüyleri özel bir yöntemle yolunarak içine yoğurt basılacak hale getirilmesi.

171. Zillik: Soğanın ortasından çıkan erkeği
172. Zelve:Çift sürerken öküzlerin boyunlarının geçirildiği yere takılarak boyunlarının sabitlenmesini sağlayan tahtadan yapılan ucu biraz kalın çubuk.
173. Zıvlık: Kengerler çıkarıldıktan sonra yerinde biten çok tatlı olan kenger çubukları

174. Zibil: Büyükbaş hayvanlarının boklarının birikmesiyle oluşan gübre.

SÖZÜMÜZ VAR

Bir cümle yeter sözden anlayana, destan yazsan fark etmez laftan anlamayana.

MEVLANA

İNSANLIĞIN AKROSTİŞİ

(EN BÜYÜK MUTLULUK BÜTÜN DÜNYADA İNSANCA YAŞAMAKTIR)
En güzel duygu karşımızdakini anlayabilmek,
Nice kırgınlıklar bir gülümsemeyle saçılır gider.
Bütün mesele bunu dünyaya sabırla anlatabilmek,
Ülkeler böylece insanlığın peşine takılır gider.
Yürekler bir kez çarpmaya başlarsa insan için,
Üzerine yağmur gibi yağar, rüzgâr gibi eser güzellikler.
Kini, nefreti ve öfke ateşini buz kesen yüreklerden eritmek için,
Masumca yol alır yeryüzüne dökülmeyi bekler.
Umut olur, sabır olur, emek olur, hayallere sığmaz taşar,
Titretir gönülleri yavaş yavaş işler içinize,
Liman olur beklenen gemilere nice kilitleri açar,
Usulca fısıldar uzaklardan hepimize,
Laleler, sümbüllere, çiğdemler menekşelere karışır,
Uluslar arası baharlar gelir yeryüzüne,
Kaba kuvvetler karlar gibi eriyip kaybolmaya alışır.
Bütün dünya belki o zaman yükselir gökyüzüne!
Üzüntüler azaldıkça gözyaşları silinir,
Tatlı hatıralar birikir başlarda.
Ürkek bakışların yerini samimiyet alır.
Nice sevdalar yazılır dağlarda, taşlarda.
Dün gömülür toprağa, yazılır yeni bir gün!
Üstünlük taslama, hakir görme, sen ben kavgası,
Ne yabancı kalır ne de hasret o gün !
Yıllardır insanlığı kemiren bu neyin davası!....
Acıdan beslenen leş kargaları sürülür başka diyarlara,
Damarlarda akan insanlık görülür!
Ayrılıklar kendini bırakır yeni sabahlara,
İnsanlığın kalbine sevda iksiri sürülür.
Ne insanın rengi kalır ne ırkı ne de dili nihayet!
Sen, ben, öteki, beriki kavgası kaybolur,
Açılır kapılar kurulur yeni bir medeniyet!
Nice yürekler can bulur……
Canı cananı huzur ikliminde,
Aydınlık yarınlara ulaşmak için,
Yaşanılası bir dünya içinde,
Aşkla sulanır etraf, düşmanlıklara vurulur perçin!
Şırıl şırıl akan umut sularıyla beslenir.
Artık sen ben,  öteki, beri diyerek kendini var etme davası,
Masmavi bir hayatla kaybolur.
Anında değişir ortalığın havası!
Kötülük olur un ufak,
Tohumların yeniden filizlendiği gündür bugün!
Işıklarla insanlığın üzerine söker yeni bir şafak!......
Riyanın, nefretin, öfkenin, düşmanlığın bittiği gündür bugün!


MUTLULUK



       



     Bazen söz susar göz konuşur, bazen dil susar yüz konuşur. Sürüklenirken bir garip masal diyarına saz susar tel konuşur. Dara düşersen bir tel yak hemen yanındayım gibi sözler ifadesini ancak masallarda bulur. Uçsuz bucaksız yollar gidilir bir de dönülüp arkaya bakılır bir arpa boyu yol görülür. Sözcükler esir alırken mekan ve zamanı, kahramanlar da yer değiştirir en olmazları olur kılmak için. İstediği huzur ve mutluluğa kavuşmak için kaf dağlarının arkasında, denizlerin dibinde, yedi kat göklerin ardında, sultanların imtihanında bütün benliğiyle sürüklenir. Sonunda ejderhalar, devler önünde dize gelir, öykülerin en nazlı aşıkları nazlarını önüne seriverir de kendi aşıklığından utanır. Aslında yüzyıllardır insanın masalımsı serüveni serilir hep önümüze. Önemli olan kendimizi fark ettiğimizde bizim serüvenimizin başlamasıdır. Siz masalınızı başlatabildiniz mi? Aslında aradığımız MUTLULUK kalbimizin derinliklerinde! İçimizde sürekli fısıltı halinde! Duyabilene selam olsun!................

YAYLA EVİ




      Bu sabah diğer sabahlardan daha aydınlıktı. Yıllardır çalışmaktan bir türlü gelmeye fırsat bulamadığım köyüme gelmenin aydınlığıydı bu. Burada gökyüzü daha mavi,  dağlar daha yeşil, sular daha berrak. Geceleyin gökyüzü daha büyüleyici… Sabah mahmurluğuyla gözlerimi açtığımda kuş sesleriyle başlamıştı bu coşku. Yollardan çocuklar kaybolsa da şu oturduğum sedir, karşımdaki ceviz ağacı, duvardaki kırık saban, köşedeki keser, damdaki tırpan yıllara meydan okurcasına yerli yerinde duruyordu. Yıllardır en büyük hayalim bir ilkbaharda yaylaya gitmekti.
      Kahvaltıdan sonra Ramazan’la yola çıkmak için arabanın yanına geldiğimizde Bekir arka koltuğa kurulmuş her halinden bizi beklediği belliydi. Kara gözleri yanık teninde ışıldayarak gülümsüyordu.  Hemen yola çıktık. Önümüzde kıvrılan toprak yol, bir süre sonra bizi Aşşakıdam yaylasına ulaştıracak olmanın heyecanıyla arkamızda tozu dumana katıyordu. İlerledikçe yol kenarlarını mesken tutan ceviz ağaçları arasından yol boyunca bizi yalnız bırakmayacak olan derenin şırıltısı yükseliyordu. Bir tarafta dik kayalıklar, diğer tarafta bizi takip eden çamlar … Toros dağlarının eteklerinde, çam havasını hissederek, masmavi gökyüzünün altında virajları döndükçe karşımıza çıkan renk cümbüşü, çiçek kokuları insanı mest ediyordu. Ara sıra yol kenarlarında beliriveren tahta oluklar sularını tahta teknelerine zoraki boşaltır gibiydi. Yayla evimizin ne halde olduğunu çok merak ediyordum. Kireç ocağı denilen virajı döndükten sonra yamacın tepesindeki evimiz göründü. Kocaman bir kavağın dibinde arabadan indiğimizde ayaklarımızı saran yabani otlar hoş geldiniz der gibiydi. Biran önce eve çıkmak için can atıyordum. 

    Etrafımızda gülümseyen papatyalar, utancından kızaran gelincikler, ardıç diplerinde boyun büken menekşeler, kokularını dağıtan sümbüller buraya gelişimize bayram eder gibiydi. Bekir hemen tırmanıverdi yamaçları. Ben zoraki çıkarken kardeşim aşağıdan gülümsüyordu. Eve çok az kalmıştı ama nefes nefese bir taşın üzerine oturdum. Biraz dinlenmeden adım atacak halim kalmamıştı. İçimdeki heyecan yorgunluktan mı yoksa uzun süredir görmediğim yayla evimize yolculuktan mı anlayamadım. Son bir gayretle papatyalar arasından sıyrılarak harmanın kenarına geldiğimde kardeşim bahçedeki işlerini yapmaya başlamış Bekir de ona yardım ediyordu.Harmana oturup papatyalardan yaptığım tacı başıma takarak engin gökyüzünün altında huzurun havasını çektim içime!...

      Yayla evimizin duvarlarındaki dökülmüş sıvalar yılların geçtiğini hatırlatıyordu. Çocukluğumun geçtiği bu ev içimde kocaman bir abide gibiydi. Evimizin yan tarafındaki küçük derme çatma yerde de arkadaşım Miyase’nin sesi çınlıyordu. Harmanın yan tarafında suyunu hoplatarak yosun tutmuş tekneden sıçratan çeşme homurdanıyordu. Baharın bütün coşkusu yaylalarda bir başka olurdu. Koyun sesi, kuzu sesi, oğlak sesi,  horoz sesi, inek, eşek sesleri yeşeren otlar üzerini titretirken çocukların engin maviliklerde oyun çığlıkları yükselirdi. Şimdi etraftaki bu sessizlik, bu yalnızlık insanı bir hoş ediyor. Yayla coşkusunu bağrında saklayan evimiz belki de bunları unutturmamak için hala dimdik ayaktaydı. Etrafımda bizim eve yoldaşlık eden birkaç ev kalmıştı. Evimizin iki yanındaki çardaklardan biri sökülmüştü. Ahhh! Bu çardaklar, nelere tanıklık etti kim bilir?  Benim saklambaç oynarken sığınağımdı. Güneş ışınlarını toplamaya başladığı zaman saklambaç oynamak için harmanda buluşurduk. Evin önündeki tahtaları sökülen çardağın yanına geldiğimde saklambaç oynarken indiğim yere dikildim. O kadar yüksekten aşağıya elin zorla tutacağı birkaç çıkıntıdan tutarak nasıl indiğime hayret ediyorum. Şimdi imkansız gibi görünüyor. Evin önünden geçerek çardaktan inip bahçeyi dolaştıktan sonra koştura koştura ebeyi sobelemenin zevkini hala hissediyorum. Bahçeye doğru yamulan duvarda hala ayak izlerim var. Diğer taraftaki çardak hala kullanılıyordu. Yanına gelip tahta kapısını araladığımda içinde kurutulmuş otlar duruyordu ama saklambaç oynayan çocukların otların arasından ebenin ayak seslerini takip eden gözleri yoktu.  Çardağın tavanındaki tahtalara sıkışan çelliyi yavaşça çekerek elime aldım. Yılları içine hapseder gibi çardağın kapısını kapattım.
      Hemen bazı yerleri aşınmış olan tahta merdivenden dama çıktım.  Etrafımdaki her yer ayaklarımın altındaydı. Bahçemizdeki ağaçlar çiçeklerle bezenmiş dağların yeşiline kafa tutuyordu. Başımı kaldırdığımda elimi uzatsam bulutlara dokunabilirdim. Ruhumun derinliklerinde kabaran mutluluk gözlerimden yayılıyordu dört bir yana. Tam harmanın üzerindeki köşeye oturdum. Elimle damın üzerinde biten otlardan yılları avuçlar gibi avuçladım.  Babam ekinleri harmana yığın yapar düvenle sürerek buğdayını çıkarırdı.  Yıllar hiç geçmemiş gibi babamın sesini duyar gibi oldum. Birden  çelli oyunundaki  sesler   yankılandı!. Kulağımın dibinden vıvır vızır çelliler geçiyor, Miyase’nin : “ Çalıları kaldırın!” Sesleri karşı kayalıklardan yankılanıyordu.  Ayşe çellisini çok uzaklara attığı için oyunu almış değneğiyle sayı saydırmaya başlamıştı bile. Nedense birden elimdeki çelliyi öyle bir sıkmışım ki çelliye yanlış vurduğumuzda ellerimizde hissettiğimiz acıyı hissettim. Sanki hala harmanda koşuşturan minik sarı saçlı kız olmak istiyordum.
      “Hala” sesiyle irkildim. Bekir çeşmenin hortumunu eline almış dama doğrultmuş suyu açarken sinsice gülüyordu. Fışkıran su damlacıkları üzerime doğru sıçramaya başlayınca yerimden fırladım. Birazcık ıslansam da Bekir’in gülümseyişi içimi ısıttı. Hortumu bırakarak çocukluğun getirdiği çeviklikle bir çırpıda yanıma çıktı. Bekir’le beraber damın kenarına oturduk. “Elinde ne var?” dedi. “Çelli” dedim. Harmanda oynadığımız oyunlardan ona anlatmaya başladım. Mallik, arastı, kovalamaç, çelli…Bekir’in anlattıklarımla ilgilenmediğini bir çırpıda harmana inmesinden anladım. Çimler üzerinde elinde bir sopayla koşturmaya başladı. “Büyük bir  daire çiz “ diye seslendim. Elindeki sopayla sertçe yere dokunarak hızla döndü. “Oldu mu?” dedi. “Ortasına büyük bir taş koy” dedim. Harmanın kenarından iki büklüm olarak aldığı taşı getirdi. Elimdeki çelliyi ona atıp” bunu havaya atıp öyle bir vur ki fırlayıp gitsin” dedim.  Kömür gözleriyle bana bakıp çelliyi havalandırarak öyle bir vurdu ki yukarıdaki taşların arasından yükselen sesi yıllar öncesinden geliyor gibiydi.
      “Hala biraz dolaşalım mı?”  dedi. Dağların bağrına doğru gezinmek çok iyi olurdu. Merdivenden zoraki indim. Çeşmenin başında avuç avuç su içerken ruhumun titrediğini hissettim. Arkamıza kayalıkları alıp yürümeye başladığımızda sevinç dalgaları çocukluğumda yediğim otlara takılıyordu. Kenger, çüşdede ,çiğdem, topalan… Tepeyi aşınca kış boyunca kızaklarla kaydığımız bayıra geldik. Kızaklara binip ayaklarımızı havalandırınca uçarcasına dereye inerdik. Deredeki buzlar kırılırsa vay halimize…  
      Dağ bayır epeyce dolaştıktan sonra eve döndüğümüzde Ramazan harmanda çayı demlemiş bizi bekliyordu. Taşın dibindeki korların üzerinden burnuma gelen kokular içimi yakıyordu. Ramazan eline aldığı bir mantarın suyunu akıtarak: “ Sıcak sıcak” diye eliyle “gelin” işareti yaptı. İlk önce mantarların suyunu akıtarak yedik. Bu nasıl bir tat anlatamam. Sonra yufka ekmeğin arasına haşlanmış yumurta ve kuru soğanı koyarak fokurdayan semaverden bir de çay doldurduk.  Güneş tepemize doğru gelmeye başlamıştı. Artık gitme vaktiydi.

      Zıplayarak arabanın yanına inerken papatyalar arasından üfleyince  pamukçukları saçılan çiçeği alıp üfleyerek bütün pamukçuklarını savurdum etrafa. Bir başka baharda buralarda duyulan ayak seslerine eşlik etsinler istiyordum. Arabamız hareket ederken bir bahar sabahında yaylada olmanın hayalini gerçekleştirmenin dinginliğiyle dünya benim olmuş gibi olsa da içten içe bir burukluk vardı içimde.  Nal seslerinin yerini alan arabamızın  homurtuları arasında yavaş yavaş yamaçtaki evimiz kaybolurken gözlerim kısıldı. Arkamızda kalan yayla evimiz miydi, çocukluğum muydu, yayla kültürü müydü?  Başımdaki dinginlik içimdeki burukluğu bastırmaya yetecek miydi? Kim bilir…