12 Ekim 2016 Çarşamba

ÇERALAN KÖYÜNDE OYNANAN ÇOCUK OYUNLARI





KIZZAK
En çok oynanan oyunlardan biriydi. En son Aşağı Salak yaylasında bir yayla evinin üzerinde ve Alayla yaylasında ormanın kenarında oynandığını hatırlıyorum. Aşağı Salak yaylasında ben çok küçük olduğum için oynatmamışlardı ama Alaylada ormanın kenarında coşkuyla,heyecanla,çığlık çığlığa oynardık. Bir de tereyağını kazığa sürünce bütün yayla çocukları oyuna koşardı.

  •          Yere kocaman bir kazık dikilir onun üzerine sündürüm denilen uzun bir ağaç atılır.
  •          Sündürümün bir tarafı ince diğer tarafı kalın olur.
  •          Bir kişi ebe olur ince tarafından sündürümü döndürür.
  •          Diğerleri de sündürümün kalın tarafına oturur ebenin sündürümü döndürmesini bekler.
  •           Ebenin olduğu taraf yere yakın olur,ebe sündürümü dönderir ve sonunda diğerlerini havada bırakarak herkese tek tek soru sorar.
  •          Soruyu herkes cevaplamak zorundadır.
  •          Ebenin nasıl seçildiğini tam hatırlamıyorum. Özellikle ebe sündürümü dönderirken öyle bir ses çıkar ki çok uzaklardan sesini duyanlar dayanamayıp oynamaya gelir.
  •          Hatta ses çok çıksın diye  yağlanır.

ÇELLİ
Özellikle Alayla ve Aşağı Salak Yaylasında çok oynanan bir oyundu. Bu oyuna hiç katılmadıysanız oyunun savaşçı ruhunu asla hissedemezsiniz. Öyle coşkuyla oynardık ki çelliyi çelen kişinin çellisini engellemek için çalılarla sanki bir savaşta gibi mücadele edilirdi. Tabii ki çelliyi ne kadar uzağa gönderirsen yuvarlağa atması o kadar zor olacağından marifet çelliyi uzağa göndermek ve sonrada iyi sayı saydırmaktı. Alayla yaylasında damın üzerinde kayaların arasındaki ardıçlara doğru oynadığımız oyunların çığlıkları hala oralarda yankılanıyor.

  •    Yayladaki bütün çocuklar toplanır.
  •     İki eşit gruba ayrılırlar.
  •     Büyük bir yuvarlak çizilir.
  •     Yuvarlağın ortasına mere denilen büyük bir taş koyulur.
  •    Özene bezene yapılmış uzun değnekler ele alınarak çelliye(on santim kadar kısa havalandırılan değnek) yuvarlağın içinden vurulur(çakılır).
  •     Karşı grubun elemanları çelli uzaklara gitmesin diye büyük çalıları ellerine alıp havaya kaldırarak engeller yapabilir.
  •     Çelliyi karşı grup elleriyle atarak ya mereye değdirmek zorunda ya da yuvarlağın içine düşürmek zorunda.
  •     Bunu yaptıklarında oyuncu yanar diğerine sıra geçer. Yapamazlarsa uzun değnekle çelliye vurularak çelli yere düşene kadar sayı saydırılır.
  •     Oyunda belirlenen sayıya ilk ulaşan grup oyunu kazanır.
ARASTI (1)
Genellikle erkek çocukların oynadığı bir oyundu. Bu oyunu köyde sadece çocuklar değil büyükler de çok oynarmış.
  •  İki grup olur.
  •  Büyük bir taş mere olarak seçilir.
  •  Grubun biri kaçar diğeri kovalar.
  •  Kaçanlar mereden uzaklaşır.
  •  Kaçanlardan biri mereye gelip basabilirse oyun yeniden başlar yine aynı grup kaçar diğeri kovalar.
  • Kaçanlarla mere arasından yuvarlak oluşturacak şekilde kovalayanlardan biri geçebilirse kesmiş olur ve o kişi oyunundan çıkar ya da  dizlerinden aşağı bir yere tekme atarak oyundan çıkarırlar.
  •  Bütün oyuncular bu şekilde oyundan çıkınca  onlar kovalayıcı diğer gurup kaçıcı olur.
  •  Belirlenen sayıya ilk ulaşan gurup oyunu kazanır.
ARASTI(2)
   Genellikle kızların oynadığı bir oyun
  • Bir yuvarlak çizilir.
  • Yuvarlağın içine tam ortasına mere denilen küçük bir taş koyulur.
  •  Bir kişi ebe olur .
  •  Ebe yuvarlağın içindeki taşa bir ayağını basar.
  •  Ebe bir ayağı merede ,zaman zaman bunu hareket ettirerek dışarıdaki oyuncuların ayağına basarak oyuncuları oyundan çıkarır.
  •  Diğer oyuncular mereye basarak oyunu almaya çalışır. 
  •  Ebe mereyi kaptırmamak ve dışarıdakileri oyundan çıkarmak zorundadır. Mereyi kaptırırsa mereyi kapan kişi aynı şekilde devam eder. Ebe herkesi oyundan çıkardığında oyunu kazanmış olur.

DOKUZ TAŞ(DOKURCUN)

Yaylalarda yassı taşlar üzerinde çok fazla oynansa da bu oyun asıl köyde Hoyhoy Belenindeki dut ağacının altında çok oynanırdı. Dut ağacının altındaki oyunu çizdiğimiz yassı taş hala orada duruyor.
  •      Taş üzerine çizgileri çizilir. İki kişi dokuzar tane taş alır. Birinin taşı büyükse diğeri karışıklık olmasın diye küçük olur.
  •       İlk önce taşlar birer birer çizgilere atılır sonra taşlar sürülerek her üçlendiğinde rakibin taşından biri oyundan alınır.
  •       Kimin taşları oyunun sonunda en sona kadar kalırsa o kişi oyunu kazanır. 
KOVALAMAÇ
Ardıçlar ve katranlar  arasında çığlık çığlığa oynanan bir oyun.
  • Çocuklar toplanır ve bir kişi ebe seçilir. Diğerleri kaçar.
  •  Ebe koşanlardan kimi yakalarsa o ebe olur.
  •  Yorgunluktan koşamaz hale gelene kadar coşkuyla oynanır.
SAKLAMBAÇ
Aşağı Salakta çok oynanan bir oyundu. Özellikle güneşin batışıyla başlar karanlık çökene kadar oynanırdı.
  • Çocuklar toplanır. Bir kişi ebe seçilir.
  •  Ebenin duracağı yer belirlendikten sonra ebe gözlerini kapatır saymaya başlar
  •  Herkes saklanır.
  •              Ebe saklananları bulup sobelemeye çalışır. Saklananlar ebeye görünmeden gelip ebeyi sobeleyebilir.
  •  Ebe değişerek oyun devam eder.
EVCİLİK
En çok hoşumuza giden şey çamurdan bir şeyler yapmaktı. Dereye inerek çamurlara belendiğimiz günlerin güzelliğini hiç unutmam. Yani kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. En güzeli çamurdan yaptığımız her şeyi renkli çiçekler toplayarak süslemek olurdu. Şekerlik, kazan, tabak vb. aklımıza gelen eşyaları yapıp sonra da yaptıklarımızla evcilik oynardık... Bazen yaptığımız eşyaları ocağa atarak pişirirdik. Pişirince daha uzun süre kırılmadan kalırdı.

İP ATLAMA
İki şekilde oynanır. Biri ele alınan iple atlanırken her atlayış sayılır. Yanmadan en çok sayıya ulaşan oyunu kazanır.
İkincisinin grup halinde oynanması gerekirdi.İki kişi ipi sallar ve istenilen sayıda kişi atlar. Ama bunun da iki şekli olur. Sallanan ip tek ip veya iki ip olabilir Oyun anında bu seçimler yapılırdı. Yanmadan en çok sayı elde edenler oyunu alır.

ÜÇ TAŞ
Genellikle taş üzerine çizilir. İki kişi üçer taşla oynar. Çizgiler üzerinde en çok taşlarını üçleyen oyunu kazanır.





BEŞ TAŞ
Bireysel veya grup halinde oynanan bir oyun. Yaylada katran ağaçlarının dibinde gruplar halinde oynardık.
  • Beş adet taşla oynanır. Önce beş tane güzel bilye büyüklüğünde taş toplanır.
  • Taşlardan biri ele alınır. Diğerleri yere atılır. Ele alınan taş havaya atılarak birler de taşlar tek tek toplanır. İkilerde ikişerli olarak toplanır.Üçlerde biri tek alınır üçü birlikte alınır. Dörtlerde dördü yere konularak eldeki taş fırlatılıp dördü birlikte alınır.
  • Sonra divdik denilen dört taş avucun içinde biri havaya atıldığı sırada işaret parmağı yere sürülür ve havaya atılan taş kapılır.
  • Sıra çardağa geldiğinde bir el çardak yapılır taşlar önüne atılır. En son çardaktan geçirmek için taşların biri ebe seçilir, bütün taşlar çardağı geçtiğinde el üstüne gelinir.
  • El üstüne kondurulan taşlar oyunun sayısını belirler. Oyunda bitmesi gereken sayıya ilk ulaşan oyunu kazanır.





8 Ekim 2016 Cumartesi

ÇERALAN KÖYÜ



ÇERALAN!  Köyüm.....Köyünüz....Köyümüz....

    Aslında bu sözcük içinde ne çok şey barındırır. Ayın dağların yamacından gecenin karanlığını boğarak doğuşunu, seher vakti çamların arasından yayılan güneş ışığını, ovalarda,yamaçlarda tahta oluklardan veya şırıldayarak pınarından akan buz gibi soğuk suları, yanık buğdayları, kulakları tırmalayan börtü-böcek seslerini......
       Saflığı,samimiyeti,çocuksu mutluluktaki yarı göçebe hayatları.....vb. akıllara gelen bütün güzellikler işte....Hayal et, edebildiğin kadar.....
         Köyüm Adana ili Saimbeyli ilçesine bağlı 1500 rakımlıdır. Adana’ya  199, Saimbeyli’ye  62 km uzaklıkta, yani şehrin unuttuğu Torosların eteklerine kurulmuş şirin bir köy . 2012 yılında 1148 toplam nüfusa sahipti.


     Buraya ilk yerleşimin nasıl olduğu konusunda kesin bilgiler yok ama Feke ilçesinin Tapan köyünden kabileler(Bir rivayete göre 9 kabile) geldiği düşünülüyor. Bu kabileler: Kırıuşağı(Sarılar bu kabileden ayrılır), Duruuşağı, Paşalıuşağı, Çoktanuşağı, Bozdoğanuşağı(Bekir Efendi bu kabiledendir), Hamzalaruşağı, Havalıuşağı(Kötünden geldiği düşünülür. Öden ve Kansular olarak iki kabile oluşturur.)


       İlk yerleşim yeri bugünkü Aşağı Salak yaylasıdır. Buraya yerleşen aileler zamanla su sorunu olunca bugunkü yerleşim alanına(Armut Alanı deniyormuş) çıkarlar .
           Köyümüzün adının nereden geldiğiyle ilgili iki rivayet var.
Kozan da hava çok sıcak olduğu için askerler yaz aylarında dinlenmek için bugünkü Aşağı Salak yaylasına getirilirmiş. Buraya da Çeri Alanı (asker alanı) denirmiş. Zamanla Çeri Alanı köyümüzün bugünkü adına yani Çeralan şekline dönüşmüş.


      Diğer rivayet ise şöyle:Hanaylı denilen yerde(Caminin üst tarafı) Çarlak adı verilen bir tesis varmış. Çarlak zamanla “Çeralan” şekline dönüşmüştür.

        1905 yılında verilen bir soy ağacına göre kökenlerimiz Orta Asyadan Arap yarımadasına kadar dayanmaktadır. Sarılar ve Duraklı kabilesinin kökeni (Bunlar kesin olanlar,diğerleri de olabilir)Türkistan ulularından Necmeddin-i Kübrâ (Ahmed bin Ömer (1145-1221)Ebû’l-Cennab Necmeddin-i Kübrâ el-Hivakî el-Harezmî)bağlantısıyla Peygamberimize kadar uzanır.


      Köyümüzün ören yerleri geçmişe dair yaşam izlerini taşıyan kalıntılarıyla her zaman dikkat çekmiştir.Aşağı Salak mevkinde bulunan “Çürük Kale”nin Roma-Bizans döneminden kalma olabileceği söyleniyor.
       Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu  Müdürlüğünün belirlediği Adana Sit Alanı içinde köyümüzden Köristen mevki 1. Derece arkeolojik sit alanı, Kirli Armutlar-Göğçincik mevki 3. Derece arkeolojik sit alanı, Hoyhoybeleni mevki 3. Derece arkeolojik sit alanı, Çokça Tepede 1. Derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiş. Özellikle Köristenden bol miktarda cere kalıntıları bulunduğunu çocukluğumda duymuştum. Kirli Armutlar-Göğçincik mevkiinde kocaman bir cere bulunduğunu, içinde bir su olduğunu  ve o suyun altın suyu olduğunu anlamadıkları için toprağa döküldüğü çocukluğumun dumanlı hatıralarındandır
         Çokça Tepede de bir yeraltı şehri olduğu söylentisini hatırlıyorum. Bunların dışında Bahçe denilen yerde de eski kalıntılar olduğu söylenir. Köyümüzün ören yerlerinin tam anlamıyla araştırılmadığını düşünüyorum. Bir gün belki saklı kalan yaşam izleri gün yüzüne çıkartılarak bugünlerimize ışık tutması sağlanır. 
              Alayla yaylasında Çandırlar mevkisinde ormanın kenarındaki tarlalardan taşlaşmış salyangozlar toplardık. Bazen de denizde yaşayan canlılara benzeyen taşlar bulurdum. Şimdi bunların neyin fosil kalıntısı olduğunu merak ediyorum aslında. Belki milyarlarca yıl öncesinde oralar denizdi ve bir şekilde dağa dönüşüp içindeki canlıları fosilleşmiş olabilir. Aranızda taş salyangozlardan toplayan var mıydı bilmiyorum ama bende bir tanesi hala duruyor...
     
           Köyümde yaşanan hayatlar her zaman masalsıdır. Büyülüdür, sevdalıdır....Umut doludur. Vefalıdır, samimidir, dürüsttür, dostanedir. Toprak kokar, rahmet kokar,huzur dağıtır. Torosların eteklerini şenlendiren büyülü ormanların arasında pırıl pırıl parıldayan köyümüz.....Bizim köyümüzdür........
Unutmayalım,unutturmayalım.....




  • (Köyümüzle ilgili bilgiler vererek yazımın zenginleşmesini sağlayan Ali SARIKAYA(Amcam) ve Mustafa SARIKAYA(Sarı Mustafa)’ya çok teşekkür ediyorum.
 https://www.youtube.com/watch?v=vI7qqJuv040

6 Ekim 2016 Perşembe

AŞAĞI SALAKTAKİ YÜZ YILLIK CAMİ (BEKİR EFENDİ CAMİSİ)

     

     Caminin 1906 ile 1908 yılları arasında yapıldığı düşünülüyor. Yapımı sırasında iki usta çalışmış. Dışarıdan bakıldığında yapılan çalışmalar belli. Cami için bugünkü kireç ocağı denilen yerde kireç yakılmış ve sıvanmış. Kireç sadece sıvada değil harç yapımında da kullanılmış. Köy halkı şimdiki yerleşim yerine göç edince Aşağı Salak yayla yeri olarak kullanılmaya devam eder. Aşağı Salaktaki evler yaylaya göçlerin azalmasıyla bir bir kaybolurken  cami de kendi kaderine terk edilir. Uzun süre kullanılmadığı için içindeki eşyalar çürür. Benim hatırladığım geyik postu artık kayıplarda....Şimdi Aşağı Salakta yaylaya göçen bir kaç kişi ve yayla kültürünün son çırpınışını yeryüzüne haykıran bir kaç garip ev dışında hiç bir şey yok.

     Bu yıl caminin yeniden ibadete açılması için köy imamlarından Muhiddin ÖDEN öncülüğünde  Nisan-Mayıs aylarında çalışma başlatılmış. Önce şırıl şırıl sular akıtılmış. Sonra abdest almak için yer yapılmış. Caminin dış cephesi ve etrafı düzeltilmiş, içi yenilenmiş. Köy halkı imece usulüyle ne gerekiyorsa bütün işleri canı gönülden yapmak için birbiriyle yarışmış.


     









    Aşağı Salakta bulunan bu camiyi Bekir Efendinin yaptırdığı düşünüldüğü için tamir çalışması bitince caminin adı “BEKİR EFENDİ CAMİSİ” olarak düşünülmüş,doğrusu çok da iyi olmuş. Bekir Efendinin köy halkının bu camiyi terk etmemesini,bu camiyi terk etmedikleri sürece kıtlık çekmeyeceklerini söylediği herkes tarafından bilinir. Ne zaman öğle vakti olduğunu caminin kapısına güneşin gelmesinden anlayabileceğimiz ilginç bir yapısı var.
     Bekir Efendinin 1860 yılında doğduğu sanılıyor. 1945 yılında Allahın rahmetine kavuşur.  40 yıl medresede ilim tahsil ettiği söylenir. Başı sarıklı, ayağı çarıklı, heybetli, yiğit, sözü dinlenir ve verdiği bir hüküm herkesi bağlarmış. Köydeki halkı irşat etmek için teklif edilen makamları elinin tersiyle ittiği anlatılıyor..Ağ Pınar için Eb-i Zemzem değerinde olduğu yanından geçenlerin mutlaka üç avuç içmesi gerektiğini söylemiş.  Onun sözleri hala köy halkının dilinde dolaşıyor.
     15 Temmuz 2016 tarihinde Saimbeyli müftüsünün de katılımıyla yaklaşık 500 kişilik köy halkıyla beraber köyümüzün maharetli hanımlarının elleriyle yapılmış yemekler, gönlü vefalı dostların  getirdiği içecekler ve tabiiki açılışa katılan bütün halkımız, dostlarımız sayesinde açılışın tam bir şölen havasında geçtiğini açılışla ilgili fotoğrafları gördüğümde hissetmiştim.

     Cuma günleri Cuma namazını kılmak için Bekİr Dedemİzİn yüz yıllık camİsİnİn ibadete açılmasına inanılmaz  mutlu oldum. O kadar çok şey gözümde canlandı ki anlatamam. Eminim herkesin yüreğinde sevgi dolu sözcükler uçuşmuştur.
     Bekir Efendi Camisinin yeniden ibadete açılmasında önderlik yapan köy imamlarından Muhiddin ÖDEN’e, bu süreçte yardımlarını esirgemeyen Saimbeyli Belediyesine, İl Encümen Üyesi Muhammet BAYRAM’a, köy azalarımızdan çalışmalarda ustalık yapan Halil USKU’ya, suyun musluklarının takılmasında emeği olan Hasan SARIKAYA’ya, elektrik tesisatını döşeyen Şaban KANSU’ya ve adını sayamadığım imece usulüyle ne gerekiyorsa yapan kahraman köy halkımıza çok teşekkür ediyorum. Herkesten Allah razı olsun....

     Dedemizin camisinin her zaman açık kalması dileğiyle.....

SALAK:Köyde tarlalar bir bölgede bir yıl ekildiğinde diğer bölge nadasa bırakılırdı. Yöresel ağızda bu bölgelere SALAK adı verilir.Aşağı SALAK, yukarı SALAK gibi.





3 Ekim 2016 Pazartesi

KIZILKULE


           İç Kaleyi gezdikten sonra çok zor olsa da yürüyerek surların bittiği yerdeki Kızılkule’ye inmek istiyoruz.
       İlk defa geldiğimiz bir yerde , yolun ne kadar süreceğini bilmeden bir çılgınlıkla adımlarımızı atarken meraklı bakışlarla şaşkın şaşkın yolumuzu bulmaya çalışarak ilerlemeye başladık.
         Kol kola girdik bir de şarkı mırıldandık denize karşı...Yol boyunca küçük yiyecek-içecek yerleri selamladı bizi. Birinden gelen mis kokulara aldanıp şirin bir alanda burçların önünde gözleme yiyerek çayımızı yudumladık. Sonra yavaş yavaş yürürken dış kalenin ihtişamlı kapısına geldik. Yıllar kapıyı yola çevirse de hala kapının kenarındaki muhteşem kemer “ben kale kapısıyım” diye haykırıyordu. Yaklaşık 40 dakika sonra Kızılkuleye yaklaştığımızı görünce bir patikadan aşağı inerek yolu kısaltmaya çalışırken patika çok dik olduğu için yürümekte biraz zorlansak ta bir ipekböceği müzesinin önünde bulduk kendimizi İpek kozalarının sanat eserine dönüştüğünü simgeleyen çiçekler muhteşemdi.Müzenin çıkışında eski bir Alanya evinin önünde gülümseyen teyzelerin kahve ikram etmeye çalışması Anadolu insanımızın sıcaklığını bir kez daha hatırlattı. Yaklaşık bir saatlik yürüyüşün ardından artık Kızılkulenin tam dibindeydik.
     Üzerindeki kitabeye göre 1226 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış. Alt kısmı kireç taşından, üst kısmı pişmiş kırmızı tuğladan yapılmış ve adını bu tuğlalardan almış(Harcında yumurta akı kullanılmış. Bir Rivayete göre dışına da yumurta sarısı sürüldüğü için kırmızı). Sekizgen planlı ve her kenar 12.5 metre genişliğindeymiş. Limanı ve tersaneyi korumak için yapıldığından uzun süre askeri amaçlı kullanılmış. 1950’li yıllarda onarılarak 1979 yılında ziyarete açılmış.
       Kuleye dikilen gözlerime ayaklarım biraz dinlensek diye haykırınca dalgaların sesleri arasında biraz oturduktan sonra kulenin minicik kapısından eğilerek geçip dar bir koridordan sonra zemin katta Etnoğrafya Müzesiyle karşılaştık. Yüksek basamaklı taş merdivenlerdeydik artık. Biraz dar ve kasvetli merdivenleri bir bir arkamızda bırakarak birinci kata çıktık. Tam ortada sarnıç vardı. Etrafa göz attığımda Rabia’nın bir kapıdan dışarı çıktığını görünce çok şaşırdım. Koşturarak kapıya geldiğimde surlara çıkmış el sallıyordu bizimki bu kapıyı ben buldum der gibi!.
      Surlar üzerinde bir seyir alanı. Eskiden bu kapıdan surların arasından İç Kaledeki Sultan Sarayına kadar güvenle gidiliyormuş. Gözlerimi kulenin en üstüne dikerek bir an önce oraya çıkmak için can atıyordum. Biraz etrafı izleyip yeniden kuledeki taş merdivenlerle buluştuk ve nihayet açık kattaydık.

      Önce her yana koşturup kollarımı açıp gökyüzüne doğru bir çığlık attım. Geçmiş , bugün, gelecek hepsi burada birleşmişti artık. 

    Asırlardır insanlara su yollayan sarnıcın kapağından baktıktan sonra bir çırpıda merdivenleri çıkarak asma kata ulaştım. Peçeli delikten bakarken üzerine kızgın yağ  dökülen bir düşmanın çığlıkları yankılandı.

      Sonunda terastaydık. Yok böyle bir şey...... Muhteşem bir manzara!Nefesinizi tutup burçlardan kuş bakışı izleyin... Merhaba deniz feneri! Merhaba yürüyüş yolu! Merhaba boşlukta yüzen ALANYA! Merhaba görünmez kahramanlar!....
      Biraz dinlenmek için Rabiş oturdu bir burcun yanına. Tabiiki yerinde duramayan ben başladım koşturmaya. Her burcun önünden geçerek doya doya etrafı izledim. Başım göklere ermiş gibiydi. Hala bu manzarayı görmediyseniz mutlaka bir gün gelip izlemelisiniz. 
    Biz zorlanarak çıktığımız taş merdivenlerden aşağı inerken her basamakta adeta yüzyılları bırakarak küçük kapıdan dışarı çıktık. Birbirimize bakıp karşımızda duran teknelere seslendik!....


GEZİNTİ TEKNESİ bekle bizi!

2 Ekim 2016 Pazar

ÇERALAN KÖYÜNDE KULLANILAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER


    A
1.     Ayak yoluna gitmek.
2.     Ateş parçası olmak.
3.     Armut dibine düşer.
4.     Armut piş,ağzıma düş.
5.     Ağzını ayırmak.
6.     Ayı gibi olmak
7.     Azı karar,çoğu zarar.
8.     Aval aval bakmak.
9.     Ağzından bal damlamak.
10.   Anası ölmüş tay gibi yatmak.
11.   Ayağı ayağına dolaşmak.
12.   Ağzında yaş bakla ıslanmaz.
B
13.           Baltayı taşa vurmak.
14.           Bir tavuk bir ahırı boklar.
15.           Bahtı açık olmak.
16.           Bahtı kara olmak.
17.           Boynu altında kalmak.
18.           Boyun bükmek
19.           Bostan korkuluğu olmak.
20.           Başın püsküllü belası olmak.
21.           Başından kaynar sular dökülmek.
22.           Bir içim su olmak
C-Ç
23.           Cücüğü tutmak.
24.           Çocuğu işe sal ardından sen git.
25.           Çiçeği burnunda olmak.
26.           Çene çalmak
D
27.           Daşı gediğine goymak.
28.           Dereyi görmeden paçaları sıvamak.
29.           Dilki  dilkiye  o da döner kuyruğuna söyler.
30.           Dut yayılmaya gitmek.
31.           Dört köşe olmak.
32.           Devede kulak
33.           Dişinin govuğunu doldurmamak
34.           Domuzluk etmek.
35.           Dünya gözüne dar görünmek.
36.           Dizlerinin bağı çözülmek.
37.           Değirmen taşı gibi dönmek.
38.           Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur.
39.           Dizlerinin bağı çözülmek.
40.           Döşeğini kalın atmak.
41.           Dilinin ucuna gelmek
E
42.           Ettiğin hayır ürküttüğün kurbağayı değmez.
43.           Evli evine köylü köyüne
44.           Efil efil efildemek.
45.           El etek çekmek.
46.           Eli götüne gitmemek.
47.           Elin yanında pislik etmemek.
48.           El elin eşeğini türkü çığırarak arar.
49.           Eli kulağında olmak.
50.           El pençe divan durmak.
51.           Evde suyu yok içmeye,ossura ossura gider sıçmaya.
52.           Evin direği olmak
F
53.           Fırlama olmak
54.           Fırıldak gibi dönmek
55.           Fırsattan istifade etmek
56.           Fırsatı kaçırmak
G
57.           Götdaaşi olmak.
58.           Göt atmak.
59.           Götü yememek.
60.           Gittiği yere eşeği çezmek.
61.           Garga duzzağına dönmek.
62.           Gözüne dar görünmek.
63.           Gül gibi sararıp solmak
64.           Gölgesi ağır olmak.
65.           Gözüne dizine durmak.
66.           Gözleri fıldır fıldır olmak.
67.           Gözü dar olmak.
68.           Gelin binmiş deveye gör kısmet nereye.
69.           Gözlerinin feri sönmek.
70.           Gazı goz anlamak.
71.           Göz gözü görmemesi.
72.           Gov govlamak.
73.           Gözünü budaktan sakınmamak.
H
74.           Hem nalına hem mıhına vur.
75.           Hazana dönmek.
76.           Harın göt.
77.           Hangi dağda bir kurt öldü.
78.           Horozu çok olan köyün sabahı geç olur.
79.           Havlayan köpek ısırmaz.
80.           Hakı bokunu ödemez.
I-İ
81.           İpe un sermek.
82.           İki ucu boklu deynek.
83.           İpin ucunu kaçırmak.
84.           İte ürüleceğine çalıyı dolanmak.
85.           İt kürneği olmak
86.           İti öldürene sürütmek.
87.           İpin ucunu kaçırmak.
88.           İğneden ipliğe dönmek.
89.           İğne deliğinden geçmek
90.           İt gibi ürmek.
91.           İt ayağı yemiş gibi gezmek.
92.           İstemeyerek yenen aş ya karın ağrıtır ya baş.
93.           İçine bir kurt düşmek.
94.           İpsiz sapsız olmak.
95.           İşi kıvırmak.
K
96.           Keypeneğinin suyu kurumamak.
97.           Kuyusunun dibi derin olmak.
98.           Keremiş keremiş gülmek.
99.           Köşeyi dolanmak.
100.      Köy kahyası olmak.
101.      Kirli çıkı olmak.
102.      Kel alaka olmak
103.      Köt bıçak ele yavız olur.
104.      Körler,sağırlar,bir birini ağırlar.
105.      Kendi duşuna gitmek.
106.      Karnı dar olmak.
107.      Kedi olalı bir fare tutmak.
108.      Kaçın kurrası olmak.
109.      Karnı ağrımak.
110.      Kalayçı çırağına dönmek.
111.      Kuş beyinli olmak.
112.      Kızı kız iken değil gelin olunca gör,gelini gelin iken değil eş ardında gör,eş ardında değil bir de beşik ardında gör.
113.      Kurtlarını dökmek.
114.      Kurbağayı öldürmektense korkutmak daha iyidir.
115.      Kücüde ipi olmamak.
116.      Kışın kedi yazın sıpa olmalı.
117.      Koyunu keçiyi sattım, köpek tutmaya hiç niyetim yok.
118.      Kevgire dönmek
L
119.      Lakırtıya pabuç bırakmamak.
120.      Leyla olmak
121.      Lay lay lom olmak
122.      Layığını bulmak
      M
123.      Mayıl mayıl bakmak.
124.      Mangalda kül bırakmamak.
125.      Mal canın yongası
126.      Mal da yalan mülk de yalan
N
127.      Nerede gördün bir iş oradan sıvış,nerede gördün bir aş yumul düş.
128.      Nal toplamak
129.      Ne oldum delisi olmak
O-Ö
130.      Oldu bittiye gelmek.
131.      Ortadan yivinmek.
132.      Özeği kesilmek.
133.      Ödlek olmak
134.      Ödü kopmak
P
135.      Pınar başından bulanır.
136.      Pinnik gibi olmak.
137.      Pis kursaklı olmak.
138.      Pisi pisine gitmek.
S-Ş
139.      Suyuna gitmek.
140.      Sen doğru dur eğri belasını bulur.
141.      Sulu dereye götürür,susuz getirir.
142.      Sürüden ayrılanı kurt kapar.
143.      Süzüm süzüm süzülmek.
144.      Su uyur düşman uyumaz.
145.      Su testisi su yolunda kırılır.
146.      Süskün öküz gibi olmak.
147.      Soyka kalasıca.
148.      Sap yiyip saman gevelemek
149.      Şum tutmak.
150.      Şom ağızlı olmak
151.      Şaşkına dönmek
T
152.      Tuzu kuru olmak.
153.      Taş devirmek
154.      Taş atmak.
155.      Tuzsuz tuzsuz konuşmak.
156.      Taşı toprağına karışmak
157.      Taş gibi olmak
158.      Tepesi atmak
159.      Tası tarağı toplamak
U-Ü
160.      Ununu eleyip eleğini asmak.
161.      Umduğunu bulamamak
162.      Üzümün sapı armudun çöpü demek.
163.      Üç kuruşluk olmak
Y-Z
164.      Yüzü ağartmak.
165.      Yumurta götüne gelmek.
166.      Yüz göz olmak.
167.      Yola gidecek insanı oturtmak yorgunluğunu artırır.
168.      Yerden bitmek.
169.      Yüreği hoplamak.
170.      Yaralı parmağa işememek.
171.      Yaşı yaşına,başı başına uygun olmak.
172.      Yüreği nasır bağlamak.
173.      Yılan gibi sokmak.
174.      Yüreği nasır tutmak.
175.      Yolcu yolunda gerek.
176.      Yol bilmez iz bilmez.
177.      Yaşmağına bok sıvanmak.
178.      Yananla yenene ne dayanır.
179.      Yıkıldığı yere han dikmek.
180.      Zil takıp oynamak