Muhteşem bir
açık hava müzesini hala gezmediyseniz ne duruyorsunuz?
Hep beraber gezmeye ne
dersiniz?
ALANYA KALESİ!.....
Denizden 250 metreye kadar yükselen
yarımada üzerinde, sur uzunluğu 6500 metre,yaklaşık 400-500 sarnıç(İç kalenin
ortasında Selçuklu zamanında tuğladan yapılan iki sarnıç hala kullanılıyor,
sarnıç sayısının 1200’e kadar çıktığı da söyleniyor),140 burç, 83 kule var. Surlar
Ehmedek, Adam Atacağı, Cilvardaburnu Üstü, Arap Evliyası Burcu, Esat Burcu’ndan
inerek Tophane ve Tersaneyi geçerek Kızılkule’de bitiyor. Kalenin ilk kuruluşu
M.Ö 2. Yüzyılda korsan savaşçıları tarafındanmış. Romalılar kaleyi M.Ö 64-65
yıllarında ele geçirmiş. Sonra kale ve etrafı Selçuklu Sultanı I. Alaaddin
Keykubat tarafından 1220-1221 yıllarında alınır. Günümüze kalan ihtişamlı hali
Selçuklulara aittir.Daha sonra Karamanoğulları , Memlüklüler ve Osmanlılar
kaleyi ele geçirir.
İç Kalenin kapısındayım. Rabia’nın
bakışlarındaki heyecan beni de sarıyor adeta... Yüzyıllar öncesine yapacağımız
yolculuğun başladığı yer. Gökyüzüne bakıp zamanı kale kapısının gerisinde
bırakarak içeri doğru ilerliyoruz. Kocaman kemerli bir kapıdan içeri adım
attığımızda etrafı surlarla kaplı ucu-bucağı olmayan geniş bir alan karşılıyor bizi. Gezintiyi
rahat yapmak için tahta döşenmiş yollar her yana gidiyor. Sol tarafımızdaki
sarnıçlardan başlıyoruz ilerlemeye. Büyük sarnıcın üzerine gelip kapağından
aşağıya göz attığımda hala içinde su olduğunu görünce şaşırıyorum.Birkaç büyük
sarnıcın üzerinden asırlarda yürür gibi geçerek surlara çıkıyoruz. Surların
üzerinden ilerlerken burçların arasından etrafı seyre doyum olmuyor. Bütün
şehir ayaklarımızın altında. Deniz ve gökyüzü ışıl ışıl, masmavi!
Surlardan ilerleyerek yeni tamir görmüş
bir seyir alanından şehri ayaklarımızın altına alarak manzaranının tadını
çıkarıyoruz. Artık surlardan inme zamanı....Oldukça geniş bir alanda her yanı tahta
yollardan ilerleyerek dolaşıyoruz. Ortada bulunan tuğladan yapılmış sarnıcın yanından
geçerken hala kullanılabiliyor olmasının şaşkınlığı içimi bir hoş ediyor. Tam
ortada yonca planlı bir de kilise var. Dört bir yanı Helenistik dönemden bugüne
kadar bir çok ayak izini taşıyan bu
Selçuklu Açık Hava Müzesi görülmeye değer doğrusu...
Kale içini dolaştıktan sonra kale kapısından hayata çıktığımızda ikimizde de muzip bir gülümseme...
Çünkü çok zor olsa da yürüyerek surların
bittiği yerdeki Kızılkule’ye inmek istiyorduk.





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder