2 Ekim 2016 Pazar

ALANYA KALESİ

     


     Muhteşem bir açık hava müzesini hala gezmediyseniz ne duruyorsunuz?
     Hep beraber gezmeye ne dersiniz?

ALANYA KALESİ!.....

     Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde, sur uzunluğu 6500 metre,yaklaşık 400-500 sarnıç(İç kalenin ortasında Selçuklu zamanında tuğladan yapılan iki sarnıç hala kullanılıyor, sarnıç sayısının 1200’e kadar çıktığı da söyleniyor),140 burç, 83 kule var. Surlar Ehmedek, Adam Atacağı, Cilvardaburnu Üstü, Arap Evliyası Burcu, Esat Burcu’ndan inerek Tophane ve Tersaneyi geçerek Kızılkule’de bitiyor. Kalenin ilk kuruluşu M.Ö 2. Yüzyılda korsan savaşçıları tarafındanmış. Romalılar kaleyi M.Ö 64-65 yıllarında ele geçirmiş. Sonra kale ve etrafı Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından 1220-1221 yıllarında alınır. Günümüze kalan ihtişamlı hali Selçuklulara aittir.Daha sonra Karamanoğulları , Memlüklüler ve Osmanlılar kaleyi ele geçirir.
     İç Kalenin kapısındayım. Rabia’nın bakışlarındaki heyecan beni de sarıyor adeta... Yüzyıllar öncesine yapacağımız yolculuğun başladığı yer. Gökyüzüne bakıp zamanı kale kapısının gerisinde bırakarak içeri doğru ilerliyoruz. Kocaman kemerli bir kapıdan içeri adım attığımızda etrafı surlarla kaplı ucu-bucağı olmayan  geniş bir alan karşılıyor bizi. Gezintiyi rahat yapmak için tahta döşenmiş yollar her yana gidiyor. Sol tarafımızdaki sarnıçlardan başlıyoruz ilerlemeye. Büyük sarnıcın üzerine gelip kapağından aşağıya göz attığımda hala içinde su olduğunu görünce şaşırıyorum.Birkaç büyük sarnıcın üzerinden asırlarda yürür gibi geçerek surlara çıkıyoruz. Surların üzerinden ilerlerken burçların arasından etrafı seyre doyum olmuyor. Bütün şehir ayaklarımızın altında. Deniz ve gökyüzü ışıl ışıl, masmavi!


      Bir süre sonra yeni tamir edilmiş zindanın üzerinden demir parmaklıklardan aşağıya bakıyoruz. Dehşet verici bir uçurum. Bir an ürperiyorum ve birkaç adım geriye çekiliyorum. Rivayete göre burada Romalılar zamanında suçlulara üç taş verilirmiş. Taşlardan birini denize düşürebilenin cezası affedilirmiş, düşüremezse denize atılarak infaz edilirmiş. Efsaneye göre taş atıp denize düşüren olmamış. Adam atacağı denen buraya yüzyıllardır her gelen kişi eminim taş atmayı denemiştir. Şimdi de insanlar dilek tutarak taş atıyorlarmış. Tabiiki Rabiş’imle bizde taşları denize düşürmek için fırlattık ama hava akımından ve yükseklikten dolayı nereye düştüğünü görmek ne mümkün!


     Surlardan ilerleyerek yeni tamir görmüş bir seyir alanından şehri ayaklarımızın altına alarak manzaranının tadını çıkarıyoruz. Artık surlardan inme zamanı....Oldukça geniş bir alanda her yanı tahta yollardan ilerleyerek dolaşıyoruz. Ortada bulunan tuğladan yapılmış sarnıcın yanından geçerken hala kullanılabiliyor olmasının şaşkınlığı içimi bir hoş ediyor. Tam ortada yonca planlı bir de kilise var. Dört bir yanı Helenistik dönemden bugüne kadar bir çok ayak izini taşıyan bu  Selçuklu Açık Hava Müzesi görülmeye değer doğrusu...

Kale içini dolaştıktan sonra kale kapısından hayata çıktığımızda ikimizde de muzip bir gülümseme...
Çünkü çok zor olsa da yürüyerek surların bittiği yerdeki Kızılkule’ye inmek istiyorduk.

    KIZILKULE bekle bizi!....



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder